11 Mart 2018 Pazar

İSTANBUL YAZI DİZİSİ TAMAMI









  İstanbul Küçükyalı’dan çıktığımız yolculuğumuza Kadıköy’de ara verdik. Bu arada yol üstünde bulunduğu ve ben Fenerbahçeli olduğum için Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’na uğradık.





Kadıköy içerisinde araba ile yaptığımız yolculuk sırasında Kadıköy’de bulunan Barış Manço Evi’ni ve Barış Manço’nun arabasını görme fırsatımız oldu. İçini pazartesi günleri kapalı olduğu için göremediğimiz evin dışarıdan görünüşü bu fotoğraflardan görebilirsiniz. 




   Ev hakkında bilgi:
   Barış Manço Evi 19. yüzyıldan kalma bir köşktür. Köşk yapıldığı döneme göre dikkat çekici bir tarz sergiler. Evin bulunduğu semt olan Moda o dönem, Sultan Abdülmecit tarafından Vitol Ailesi’ne hediye ettiği için bölgedeki birçok yapı gibi alışılandan daha farklı bir görünümdedir. Günümüze geldiğimizde ise bu yapılardan geriye kalan azınlık bir eser olarak nitelendirilir.
    Barış Manço Evi ‘ne girdiğiniz anda ilk karşılaştığınız bir Venüs heykeli oluyor. Köşkün giriş katında salon, yemek odası ve kıyafet odası bulunuyor.  Salonda Barış Manço’nun Avusturya’dan aldığı piyanosu ve dolaştığı ülkelerden aldığı en sevdiği eşyalar bulunuyor. Kıyafet odası ise köşkün en dikkat çekici odalarından bir tanesidir. Burada dünyaca ünlü Devlet Sanatçısının kostümleri sergileniyor. Saçlarından kestiği bir tutam da bu odada yer alıyor.
    Barış Manço Evi’nin birinci katında yatak odası ve misafir odası bulunuyor. Bu odaların duvarlarında sanatçının kıyafetleri var. Yine bu odalarda eşiyle beraber aldığı antikalar bulunuyor. Manço’nun yüzükleri ve kemerleri kendilerine ait olan yatak odasında ayrı bir vitrinin içinde bulunuyor. Köşkün ikinci katı ev kullanılırken tamamen çocuklara ayrılmış. Banyonun yanındaki odada sanatçının yaptığı tabloları, grafikleri ve mezuniyet belgesini görebilirsiniz. Diğer odanın ise şimdiki adı  Adam Olacak Çocuk odası olarak biliniyor. Burada bulunan ekranda o dönemin çocuklarının hala dilinden düşüremediği program; Adam Olacak Çocuk yayımlanıyor.
     Barış Manço Evi’nin girişinin altında bir kat daha var. Şövalye Odası ve Yönetim odası bu en aşağıda bulunan kattadır. Araştırma yapmak isteyenler için bu katta sanatçının hayatını anlatan bir arşiv bulunmaktadır. Bu odalar haricinde köşkte Kışlık Bahçe ve Yazlık Bahçe bulunuyor. Yazlık bahçe aynı zamanda müzede oturabileceğiniz, plak şeklinde masaları ve nota şeklinde sandalyeleri olan bir kafe.


Barış Manço Evi pazartesi ve resmi tatiller dışında 09.00-17.00 arası açık.
Çıktığımız yolculuk sırasında hava yağışlıydı. Arabamızı bir otoparka park edip dışarıda gezinti yapacaktık. Yağmur giderek hızını arttırdığı için otoparktan çıkıp Moda’ya gittik. Moda’da arabamızı park edip ismini vermek istemediğim bir kafe tarzı dükkana gittik. Kahveden vazgeçip Moda’nın ünlü ‘waffle’cısı “Kemal Usta Waffles” dükkanında ‘waffle’nın tadına baktık. İstanbul’un en ünlü yerinde ilk ‘wafflle’ımı yediğim için hem şanslıyım hem de mutluyum. 


Oradan bir alışveriş merkezi (AVM)’ye geçtik. AVM bilindiği üzere zaten büyük bir alışveriş merkezi. Tanıtmayacağım. Diğer alışveriş merkezlerinden de bir farkı var. AVM’nin içinde dev bir akvaryum var. Akvaryumun içine girmedik ama balıkların yanında bir de timsah olduğunu öğrendik. Alışveriş merkezinde yemek yedikten sonra arabamızla dolaşa dolaşa eve geldik.








     Yazı dizimizin ikinci sayısında size yaptığımız Beykoz yolculuğunu anlatacağım.
     Beykoz'a doğru yaptığımız yolculuk üzerinde sizlere gördüğüm İstanbul'un ünlü birkaç yapısından da bahsedeceğim.
     Öncelikle durduğumuz yerde dillere destan olan hikayeleriyle ve efsaneleriyle günümüze kadar gelen Kız Kulesi'nin önünde fotoğraf çektirdik. Hava o zaman soğuktu. Çok fazla açıdan fotoğraf çekmediğimiz Kız Kulesi'nin önünde her geldiğimde fotoğraf çektiririm.
    



    Arabaya binip yola devam ettik. Yolumuzun üstünde yer alan Mihrimah Sultan Cami'yi görme fırsatı bulduk. 
Üsküdar'ın en ünlü simgelerinden biri olan Mihrimah Sultan Camii, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Sadrazamı Rüstem Paşa'nın karısı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan iki caminin ilkidirMimar Sinan tarafından tasarlanmış ve 1546 ile 1548 yılları arasında yapılmıştır.



   Biraz gittikten sonra arabamızı park edip deniz kenarına indik. Muhteşem İstanbul manzarası gözlerimizin önündeydi.  Fotoğrafta uzak olduğu için pek görünmeyen Kuleli Askeri Lisesi, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi gibi önemli yapıları da uzaktan görme fırsatını bulduk.



     Kuleli Askeri Lisesi'nin yanından geçtik. Ancak önünde durma fırsatımız olmadığı için yanında fotoğraf çektirmedik. 
    Kuleli Askerî Lisesiİstanbul Boğazı kıyısında yer alan askeri okul. Okulun amacı Türk Silahlı Kuvvetlerine subay ve Kara Harp Okuluna kaynak teşkil edecek öğrenci yetiştirmektir. Okula girebilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri'nin belirlemiş olduğu kriterlere uygun olmak gereklidir.
II. Mehmed İstanbul’u aldığı zaman Kuleli’nin şimdi bulunduğu yerde bir koru, içerisinde de bir manastır ile bir kule bulunuyormuş. 1512-1520 yılları arasında Yavuz Sultan Selim devrinde manastır yeniçerilere kışla olarak verilmiştir. 
  I. Süleyman padişah olunca bahçede yüksek bir kulesi bulunan dokuz katlı ve her katı fıskiyeli havuzlarla süslenen büyük bir kasır yaptırmıştır. III. Ahmed devrinde kule bahçesi ve etrafı has olarak kendisine verilmiştir.
  II. Mahmut (1808-1839) döneminde, Bostancıbaşı Odaları mevkiinde, yani okulun şimdi bulunduğu yerdeki bu kışla, Kuleli Askeri Lisesi’nin ilk yapısı olmuştur. Abdülmecit devrinde (1839-1861) kışla yanınca yerine, yarı kagir olarak yenisi inşa edilmiştir (1843). 
   İdadilerin birleştirilmesinden istenen sonuç elde edilemeyince, 1872’de okulların ayrı ayrı öğretime devam etmeleri kararlaştırılmıştır. Bunun üzerine, Mekteb-i Fünun-ı İdadiye ve Deniz İdadisi, Kuleli Kışlası’na taşınmıştır. Bu tarihten sonra okul “Kuleli İdadisi” adıyla anılmaya başlamıştır.
  26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz'un parlak bir zaferle sonuçlanması sonucu başlayan Lozan Barış Görüşmeleri ile beraber İngilizler, Kuleli Kışlası'nı boşaltarak Türk makamlarına teslim etmişlerdir. 
   1924’te çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” (Eğitim Birleştirilmesi) ile okul sivil liseye dönüştürülmüş, adı da “Kuleli Lisesi” olarak değiştirilmiştir. Ayrıca 1925’te bugünkü adını almış, Kuleli Askeri Lisesi olarak anılmaya başlamıştır.
  2005 yılında MEB'in liselerdeki öğrenim süresini 4 yıla çıkarmasıyla beraber hazırlık sınıfı kaldırılmıştır. 
   2016 Türkiye askerî darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL kapsamındaki Kanun Hükmündeki Kararname ile 31 Temmuz 2016 tarihinde diğer askeri okullarla birlikte kapatıldı.




     Daha sonra Beykoz'da bulunan Sabancı Öğretmenevi'ne giderek orada öğle yemeği yedik. Ardından 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nü ve Rumeli Hisarı'nı da görme şansını yakaladık.
    Rumeli Hisarı (Boğazkesen Hisarı olarak da bilinir),
İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir.






Ardından AVM'leri dolaşarak eve döndük.







      Küçükyalı'dan arabayla çıktığımız yolculuğumuz Küçükyalı-Kadıköy metrsounda son buldu. Metroda Kadıköy durağında indik. Oradan Marmaray'a binip denizin altından karşıya gidip Yenikapı'da indik.
      Avrupa Yakası kısmında ilk tramvayları görüyorsunuz. Bu arada İstanbul'da Suriyeliler'in nüfusunun artmış olması sebebiyle birçok mağazada Arapça yazılı tabelalar ve kartonlar görüyorsunuz.
     Buradaki sokakları geçip Yerebatan Sarnıcı'na ulaştık.
     Yerebatan Sarnıcı adından da anlaşılacağı üzere yerin altında. Yerebatan Sarnıcı'na girdiğiniz anda müziğin de etkisiyle o atmosferin etkisine giriyorsunuz. Karanlık olması ve suyun nereden damlayacağınızı bilememeniz kötü taraflarından. Burada Japon turistlerin yoğunlukta olduğunu görüyorsunuz. Onların yanında yerli turistler ve Arap turistleri de var.
     Yerebatan Sarnıcı hakkında bilgi:
     532 yılında İmparator Justinianus tarafından inşa ettirilen Yerebatan Sarnıcı Stoa Bazilikası'nın altında yer aldığı için Bazilika Sarnıcı olarak da bilinir. Sarnıç, uzunluğu 140 m. genişliği 70 m. dikdörtgen biçimde bir alanı kapsayan dev bir yapıdır. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen bu sarnıcın içerisinde her biri 9 m. yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Birbirine 4.80 metre aralıklarla dikilen bu sütunlar, her sırada 28 tane 12 sıra meydana getirirler. Suyun içerisinde yükselen bu sütunlar uçsuz bucaksız bir ormanı hatırlatmakta ve ziyaretçiyi sarnıca girer girmez etkilemektedir. Sarnıcın tavan ağırlığı haç biçiminde tonozlar yuvarlak, kemerler vasıtasıyla sütunlara aktarılmıştır, çoğunluğu daha eski yapılardan toplandığı anlaşılan ve çeşitli mermer cinslerinden granitten yontulmuş sütunların büyük bir kısmı tek parçadan, bir kısmı da üst üste iki parçadan oluşmaktadır. Sarnıcın tuğladan örülmüş, 4.80 m. kalınlığındaki duvarları ve tuğla döşeli zemini Horasan harcından kalın bir tabakayla sıvanarak su geçmez hale getirilmiştir. Toplam 9.800 metrekare bir alanı bulunan bu sarnıç yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir.
    Bir söylentiye göre, üzerindeki şekillerin gözyaşına benzemesin nedeni Büyük Bazilika’nın inşasında ölen yüzlerce köleyi anlatır. Sarnıcın orta yerini geçtikten sonra, güneybatı duvarından içeriye doğru, yaklaşık 40 m. uzunluğunda 30 m. genişliğinde düzensiz bir çıkıntı halinde görülen kısım ağırlığı taşıyabilmesi için geçmiş, yüzyıllarda yapılan onarımlar sırasında örülen duvarlardır. En uzun yerinde 9 sütun, en dar yerinde ise 2 sütun olmak üzere toplam 40 sütun bu duvarların arkasında kaldığı için görülmemektedir. Gözyaşı heykelinin yanındaki alana dileklerinizin olması için bozuk para atıyorsunuz. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykel sanatının şaheser örneklerindendir. 
   Buradaki heykeli yapan heykeltıraş ışığın yansıma pozisyonlarına göre Medusa'yı normal, ters ve yan olmak üzere üç ayrı pozisyonda yapmıştır. Normal pozisyonda çalışılmış olan Medusa başı Didim'den getirilmiştir.
    Yerebatan Sarnıcı, İstanbul'un Osmanlılar tarafından 1453 yılında fethinden sonra, bir müddet daha kullanılmış ve padişahların oturduğu Topkapı Sarayı'nın bahçelerine buradan su verilmiştir. 
   İlk onarımı 18. yy.'da III. Ahmet zamanında, ikinci büyük onarım Sultan II. Abdülhamit zamanındadır. 
  Cumhuriyet dönemindeki en büyük onarım 1985 yılında İstanbul Belediyesi tarafından başlatılmıştır. İçerisindeki 50.000 ton çamurun çıkartılması ve gezi platformunun yapılmasıyla birlikte 9 Eylül 1987 yılında tamamlanmış ve tekrar ziyarete açılmıştır. 


     

    









      Yerebatan Sarnıcı'ndan çıkıp birkaç yüz metre ötedeki karşılıklı olarak bulunan Ayasofya ve Sultanahmet Camilerinin bulunduğu meydana gittik.
      Camilerin içine girmedik ama önlerinde fotoğraf çektirdik.

      Hemen kısaca Ayasofya'dan bahsedeyim:
      En çok ziyaret edilen müzeler arasında yer alan Ayasofya; sanat ve mimarlık tarihi bakımından dünyanın en önde gelen anıtlardan biri olup, dünyanın 8. harikası olarak gösterilmektedir. Bu yapı daha 6.yy'da Doğu Romalı Philon tarafından da, dünyanın 8. harikası olarak nitelendirilmiştir. Bugünkü Ayasofya aynı yerde fakat öncekilerinden farklı bir mimari anlayışla yapılmış olan üçüncü yapıdır. Bu yapı, İmparator Justinianos tarafından 
(527-565) dönemin iki önemli Mimarı olan Tralles'li (Aydın) Anthemios ile Miletos'lu (Balat) İsidoros'a yaptırılmıştır. Yapım çalışmaları sırasında iki baş mimar ile birlikte 100 mimar ve her mimarın emrinde 100 işçi çalıştığı kaynaklarda geçmektedir. Yapımına 23 Şubat 532'de başlanmış, 5 yıl 10 ay gibi kısa bir sürede tamamlanarak büyük bir törenle, 27 Aralık 537' de ibadete açılmıştır. 916 yıl kilise olan yapı, 1453 Yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'un fethiyle camiye çevrilerek, 482 yıl cami olarak kullanılmıştır. Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu'nun Kararı ile 1935 yılında Ayasofya müze olarak kapılarını ziyarete açmıştır. Ayasofya Müzesi her gün ziyarete açıktır. Kış tarifesine göre, müzeye son giriş 16.00 olmak üzere 09.00-17.00 saatleri arasında; yaz tarifesine göre ise, müzeye son giriş 18.00 olmak üzere 09.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir. Müze Kartları müzekart gişesinden temin edilebilmektedir.

   Sultanahmet Cami hakkında kısa bilgi:
   İstanbul'da bugünkü Sultanahmet semtinde Sultan Birinci Ahmed tarafından yaptırılan cami; medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, arasta, dükkanlar, hamam, darüşşifaimaret ve üç sebilden oluşmaktadır. 1609-1620 yılları arasında Mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından yapılmıştır. Duvarlarla çevrili bir dış avlunun içinde yer alan cami, her ikisi de kareye yakın planlı bir ibadet mekanı ile bir şadırvan avlusundan oluşur. 


   Günümüze çok az kalıntıları kalan Bizans devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. 
    Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10 yüzyıla kadar önemini sürdürmüştü. Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy. ait özel saray kalıntıları, az ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır.
Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları bu bölgede gerçekleşir, kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler burada yapılırmış. İstanbul`da Halide Edip (Adıvar)`in işgale karşı konuşma yaptığı 1920 Sultanahmet mitingi de burada yapılmıştır.


     Ardından Sultanahmet denince akla gelen Dikilitaş'ı da gördük.  Dikilitaş, M.Ö. 15. yüzyılda, Mısır Firavunu olan III. Tutmosis tarafından, Karnak Tapınağı’nın güney kısmına yaptırılmıştır.   M.S. 357 yılında ise, Roma İmparatoru olan II. Constantius tarafından, Nil ırmağı üzerinden taşınılarak İskendireye şehrine getittirilmiştir. İmparator I. Theodosius tarafından ise, M.S. 390 yılında gemiler ile İstanbul’a getirilmiş ve şu anda bulunduğu hipodroma dikilmiştir.










   Sultanahmet Cami'nde çoğunlukla yerli, Arap ve Japon turistler vardı. Dikilitaş çevresinde bir Japon gezi kafilesine rastladık. 






     Kısa bir yemek molasından sonra İstanbul'un gözde mekanlarından olan çarşılarına gittik.
   Önce, çarşılara gidene kadar geçtiğimiz yerlerden çektiğim fotoğrafları atacağım.


    Oradan İstanbul'un en köklü üniversitelerinden biri olan İstanbul Üniversitesi'nin önünde fotoğraf çektirdik.  
    Türk araştırmacılar İstanbul Üniversitesi'nin köklerini 1453'e götürmektedir. Gerçekten, Fethin ertesi günü 30 Mayıs 1453'te Ayasofya ve Zeyrek'te yapılan bilimsel toplantılar Türk-Osmanlı bilim yaşamının ilk günü ve takiben bir külliyenin kurulması başlangıç sayılmaktadır. Bu arada, Sovyet tıp bilgini Danişefski Dünya'nın en eski tıp fakültesinin İstanbul'da olduğu görüşündedir. 
    23 Temmuz 1846'da Darülfünın kurulması fermanı "laik yüksek okulların başlangıcı" kabul edilmektedir. 
  Osmanlı Devleti döneminde zaman zaman açılıp kapanan üniversite, 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanun'la İstanbul Darülfünunu'nun tüzel kişiliğini tanımış ve 7 Ekim 1925'de kurumun bilimsel ve yönetsel özerkliğini kabul etmiş, medreseler "Fakülte" statüsüne kavuşturulmuştur.
  İsviçreli pedagoji profesörü Albert Malche'ın 1932 yılı başında bir reform önerisi hazırlamak üzere çağrılmasıyla sonuçlanıyor. 29 Mayıs 1932'de Hükümete sunulan rapor esas alınarak 1933'de çıkarılan 2252 sayılı yasayla TBMM, Darülfünunu ve ona bağlı bütün kurumları kadro ve örgütüyle lağvedip Milli Eğitim Bakanlığı'nın İstanbul'da yeni bir üniversite kurmasını kabul etti. İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933'de yeni bir kadro ve yapıyla açıldı. Cumhuriyet 10.yılını kutlarken 1 Kasım 1933'de İstanbul Üniversitesi "ilk ve tek" üniversite olarak eğitime başladı. 



    Ardından çarşılara yöneldik.
    Sahaflar Çarşısı
    Sahaflar Çarşısı, İstanbul`un, Osmanlı döneminden bugüne kadar yaşayabilmiş en eski kitapçı çarşısıdır. Sahaflar çarşısı 15 yy.dan günümüze uzanan bir geçmişe sahiptir. Beyazıt Cami’nin sol tarafındaki taşlık araziyle Kapalıçarşı’ya açılan Sedefçiler Kapısı arasındaki bölge, Sahaflar Çarşısı’nın çerçevesini çizmektedir. Eskiden medrese öğrencilerinin ihtiyaçlarını karşılayan sahaf dükkânları, medrese çevresinde bulunurlardı. 1460 yılında Kapalıçarşı inşaatı tamamlandıktan sonra, bu dükkânlara Kapalıçarşı içinde yer tahsis edilmiş ve sahaf dükkânları bir araya toplanmıştır. Burada 1460 ve 1894 yılında gerçekleşen İstanbul depremine kadar faaliyet göstermiş; depremden sonra çarşı, o zamanki adıyla Hakkaklar çarşısı olarak bilinen bugünkü yerine taşınmıştır.
     17 yy yaşamış olan Fransız yazar ve Fransa sefareti tercümanı olan Antoine Galland buradan satın aldığı minyatürlü bir yazmayı Fransa kralına hediye etmiştir. Ve o yazma, bugün Bibliotheque Nationale’de sergilenmektedir. Sahaflar Çarşısı için Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde 17 yy.da dükkân sayısının 50, ulemaya hizmet eden sahaf esnafının da 300 olduğundan bahsetmektedir.


Sahaflar Çarşısı 1950 yılında çıkan yangından sonra tamamen yanmıştır ve içinde bulunan binlerce yazma eser kül olmuştur. İstanbul Belediyesi yanmayan yerleri kamulaştırıp, ahşap dükkânları da betonarmeye çevirerek, çarşıyı bugünkü mimari durumuna getirmiştir. Ayrıca çarşının ortasına da ilk Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika’nın büstünü yerleştirmiştir. Bugün çarşıda 17’si çift katlı, 23 dükkân bulunmaktadır.



   Kapalıçarşı
   Kapalı Çarşı dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkanı ile Kapalı çarşı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir. Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür. 15 yüzyıldan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alış veriş merkezi haline gelmiştir. 
    Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi. Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşyalar, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu. Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalı Çarşı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri, yozlaşarak değişikliğe uğramıştır. Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkanları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur. Oldukça küçük olan bu dükkanlar değişik fiyat ve pazarlıkla satış yaparlar. 



     Mısır Çarşısı
     Eminönü'nde Yeni Cami'nin arkasında ve Çiçek Pazarı'nın yanındadır.İstanbul'un en eski kapalı çarşılarından olan Mısır Çarşısı 1660 yılında Turhan Sultan tarafından yaptırılmıştır.Mimarı Kazım Ağa'dır.Çarşı son olarak 1940-1943 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından restore edilmiştir. Aktarlarıyla meşhur bu çarşıda halen tabii ilaçlar,baharat,çiçek tohumları, nadir bitki kök ve kabukları gibi eski geleneğine uygun ürünlerin yanısıra, kuruyemiş,şarküteri ürünleri, değişik gıda maddeleri yer satılmaktadır. Pazar günleri kapalıdır.


      Diğer fotoğraflar:
      




1 yorum:

  1. 1998-2008 yıllarında İstanbul Küçükyalı ve 2008-2011 yıllarında da Bandırma'da yaşayan birisi olarak bu yazı dizisini beğenerek okudum, kalemine sağlık, İzmir'den selamlar...
    Av. Lütfi Egehan ÖZDEMİR

    YanıtlaSil

Sitemizde yayınlanan reklamlar Google Ads tarafından otomatik olarak seçilip yayınlanmakta olup yayınlanan reklamlardan ozelerdek.blogspot.com sorumlu değildir.